Üç arkadaş bir filme gittiler. Film pek câzipti. Buna rağmen bu üç arkadaştan uyku düşkünü olan birisi fazla seyretmeden derin bir uykuya daldı. Herkes filmi heyecanla takip ediyor, büyük ibret dersleri alıyordu. Ama uykucunun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Nihayet perdeler kapandı. Artık herkes evine gitmekte acele ediyordu. Uykucunun arkadaşları da onu fark edemediler; çıkıp gitmiş olabileceğini düşünerek uzaklaştılar. Bizim uykucu hâlâ mışıl mışıl uyumakta idi. Bekçi yaklaştı zahmetle onu yerinden kaldırdı. Adam uyandı ya, hem suçlu hem güçlü. Bekçiye nasıl da çıkışıyordu! “İlle perdeyi açın, tekrar filmi gösterin; ben para verdim, buraya filmi seyretmeye geldim” diye bağırıp çağırıyordu.
Bekçi, yağız biriydi. Uykucunun kolundan tutması ile onu dışarıya fırlatması bir oldu. Arkasından da ona hayıflanıyor ve şöyle diyordu. “Seni uykucu seni! Sen para verdiysen herkes buraya bedava girmedi ya! Başkaları filmi seyrederken, sen ne diye uyuyordun. İşte insanı böyle kapı dışarı ederler. Şimdi aldın mı alacağını? Haydı, git bakayım!”
Aslında basit gibi görünen bu hikâye, beni çok düşündürür. Bu hikâyeyi okuduğum zaman dünyada her baktığı, her gördüğü şeyden ibret dersi alan ve hayâtına hakkın rızasına uygun bir düzen veren insanlarla, dünyayı gaflet ve dalâlet içinde geçiren, ancak ölüm döşeğinde, dünyadan atılırken aklı başına gelen insanları hatırlarım. Kur’ân-ı Kerim’de de dünyasını gaflet içinde geçiren kimselerin cehennemden tekrar dünyaya dönmek ve zamanlarını değerlendirmek isteyecekleri bildirilmiştir (Mü’minûn, 106, 111; Fâtır, 37).
Alıntıdır.